30 Aralık 2018 Pazar

2018'in Z Raporu

     2018 ufuktan batmak üzere olan güneş gibi yavaş yavaş gözden kayboluyor. Yeni yıla bir gün kala, ilkini geçen sene yazdığım ve artık geleneksel hale getireceğim bir yıl sonu değerlendirmesi yapmanın tam zamanı diye düşünüyorum. Bakalım 2018 selefi 2017 gibi hayatımda neleri değiştirmiş, bana neler kazandırmış ve ya benden neleri götürmüş...

     Aslına bakılırsa yılın yarısında -Temmuz'a kadar- hayatımda esaslı bir değişim olmadı. İlk 7 ayı 2017'nin Z Raporu yazımda yazdığım gibi planladıklarımı hayata geçirmeye çalışarak geçirdim. SQL'i istediğim seviyede olmasa da öğrendim. Tamamı yağdan 5 kg verdim. İngilizce konusunda bu yılda yerimde saydım. Kitaplığımda okumadığım sadece bir tane kitap kaldı. Onu da Ocak ayı içinde başlayıp bitireceğim.

     Sene başında İtalya'ya seyahat etmek ve Ekim ayında Almanya'ya geçip Oktoberfest'e katılmayı çok istemiştim ancak, Dolar ve Euro'nun ülkede kimsenin beklemediği şekilde yükselmesi bu planlarımı başka bahara bırakmama sebep oldu. Ama bir gün mutlaka gideceğim...

     Esas değişiklik Temmuz ayında oldu: Hiç beklemediğim bir şekilde bilindik bir firmada, istediğim pozisyonda ve istediğim maaşla bir iş teklifi aldım ve kabul ettim. 6 aydır burada çalışıyorum. Yıllardır ilk defa yaptığım işten ve aldığım maaştan memnunum. Tek sorun; 1.5 senede 3 iş değiştirdiğim için yıllık izin kullanmanın ne olduğunu unuttum :)

     2018'de yüksek lisansa başlayamadım. Ama bu o kadar da kötü bir haber değil çünkü daha iyi bir okulda yüksek lisans yapma fırsatım var. Bunun için 2019'u beklemem gerekiyordu bu nedenle 2018'i es geçtim. Önümüzdeki yıl yüksek lisans konusunda somut gelişmeler kaydedeceğim.

     Gelelim 2019 Hedeflerime:

* Bir enstrüman çalmayı öğreneceğim.

* Bütçem izin verirse bir yurt dışı tatili yapacağım.

* Hayatımda her zaman aklımın bir köşesinde olan, ancak önceliği hep başka şeylere kaptıran öykü yazma ve bunları kitap haline getirme hayalimi hayata geçirmenin zamanı geldi. Öykülerimi yazıp kitabımı basıma hazır hale getireceğim ve yayın evi bulabilirsem basacağım. Bunun dışında bir de distopya romanı yazacağım.

* VMware konusunda bilgimi ileri düzeye taşıyacağım. Parasını bulabilirsem sınavına girip sertifikasını alacağım :)

* Hazır evimin dibine spor salonu açılmışken fitness'a düzenli olarak gitmeye başlayacağım ve çocukluktan beri peşimi bırakmayan büyük kalçamdan ebediyen kurtulacağım.

* Kendi tişörtlerimi tasarlamak istiyorum. Bunun eğitimini alacağım ve yapabilirsem kendi markamı yaratacağım.

* Android için uygulama yazmasını öğreneceğim aklımdaki bir projeyi hayata geçirmeye çalışacağım.

     Darısı 2019'un Z Raporu'na.
     İyi seneler.


   

9 Şubat 2018 Cuma

Abi...


3 yıl önce yazmışım bu yazıyı. Okurken yine aynı güne gidip aynı sancıları hissettim. 

     Evlat olarak başaramayacağımız bazı şeyler var: Annemizi/babamızı yaptıklarımızla mutlu edebilir, onları gururlandırabiliriz ama başka bir evladın yerini asla dolduramayız. Bize sarılarak sadece teselli bulurlar. "Buna da şükür" derler. 

      Elimde sihirli bir değnek olsa hiç düşünmeden geçmişi değiştirir abimin ölümüne engel olurdum. Belki de bu sayede  annem 17 yıldır boyamadığı saçlarını boyar, erkenden çökmezdi. Kahkahalarında hep bir hüzün olmazdı. Her bayramın ilk günü mezarlığa gidip abime dua etmezdi de o abimin çocukları elini öperken torunlarına dua ederdi. Abimin mezar taşını öpmek yerine torunlarının yanaklarını öper koklardı.

     Birden fazla kişinin sığdığı tek yer anne/baba kalbidir. Onların kalbinden evlat sayıları hiç eksilmesin...

     On bir yaşında bir çocuktum.  Günlerden cumartesiydi. Evde annemle öğle yemeği yiyorduk. Bir yandan da akşam Mithat abilere gidelim diye başının etini yiyordum. Onların evinde VCD Player vardı. Hayatımda ilk defa görmüştüm. Tutturdum illa gidelim diye. “Tamam,” dedi annem. “Baban ve abinler akşam gelsin yemekten sonra gideriz.” Yemek yedik, annem akşam yemeğini hazırlamaya başladı. 
     O akşam ne Mithat abilere gittik, ne de akşam yemeği yedik.
     Ocağın on üçüydü, saat dörde geliyordu ve hava erken kararıyordu. Ocağın bir gözünde mercimek çorbası, diğerinde fasulye kavurması pişiyordu. Kapı çaldı, köylümüz ve arkadaşım Şevket geldi. Şevket’in suratı bembeyaz. Şevket’in dili tutulmuş gibi. Konuşsa dünyaları kusacak ama konuşamıyor. Ağzında bir şeyleri geveliyor ama anlatamıyor. “Sonra yine gelirim,” dedi, koşarak indi merdivenleri. Beş dakika sonra annesi geldi, Yeter teyze. Geveze kadın dilini yutmuş gibi bu kez. Suratı asık ama neden anlayamadım o an. O da bir şey söyleyemeden çekti gitti. Ben sobalı odaya döndüm annem mutfağa…
     Aradan iki saat geçti. Kapı çaldı, anne tarafım komple kapıya yığılmış sanki. Dayımlar… Teyzemler… Eniştemler… Yengemler… Kimi ararsan var… Hepsi karşıda oturuyor, taa Çekmeköy’de… Kapıya gelenler değişiyor ama surat ifadesi herkeste aynı. O ne yapacağını, nasıl söyleyeceğini bilememenin verdiği suçluluk duygusu var herkesin suratında.
     Sahi ya; bir anneye oğlunun kaza yaptığı nasıl söylenebilir ki? Kelimelerin gücü yeter mi buna? Peki hangi dil kaldırabilir ki bu yükü?
     Gürsel abimin kaza yaptığını ilk orada öğrendim. Annemi alıp hastaneye, beni de komşuya götürdüler. Ailemin olmadığı bir evde, ailemden birinin ölüm haberini aldım. Komşunun karısı kızına ben duymayayım diye fısıldarken duydum her şeyi: “Çocuk ölmüş. Aman kızım kardeşine belli etmeyin.”
Çocuk?
Ölmüş?

     Her akşam ana haber bültenlerinde “x kişi öldü y kişi yaralandı”dan ibaret olan ölümün ne demek olduğunu o gün anladım ben.
     O gece orada kaldım. Abim soğuk Ocak ayının soğuk bi gecesinde, soğuk bi morgta yatarken, sıcacık bir evde sıcacık bir yatakta yattım ben. Vicdan değil ama suçluluk duygusu hissediyorum bunu söylerken. İnsanın abisi ölünce kendisini bir şekilde sorumlu tutmak istiyor. Bende kendimi -on bir yaşında küçük bir çocuk olduğum gerçeğini bilerek hiçe sayarak- bu şekilde suçluyorum. Acınızı hafifletmek yerine diri tutmak istiyorsunuz. 
     Beni abimin cenazesine de götürmediler. Tek hatırladığım ve yazarken bile gözümün önüne gelen bir şey var ki onu kafayı yemiş bi kör sağır dilsiz olsam bile hatırlarım: 
     Evin önünde yeşil bir tabut vardı… Tüm sokak tıklım tıklım doluydu.. Herkesi görebiliyordum, herkesi! Başına siyah yazma bağlamış ağıtlar yakan kadınlar, kederli ve metanetli erkekler. “Daha on dokuz yaşındaydı, çok gençti” diyen komşular… Herkes oradaydı ve ayaktaydı. Kendi başlarına nefes alıp veriyor, kendi başlarına konuşuyor ve yine kendi başlarına yaşayabiliyorlardı. O kalabalığın arasında annemi gördüm. Kucaklayıp yüreğinin içine sokarcasına sarıldı tabuta. “Yavrummmmmm” diye bağırdı, ben sağır oldum…
     O yakarınca tüm o kalabalık sessiz bir yığından başka bir şey olmadı benim için. Kimseyi duymadım. Kimseyi görmedim. “Çocuğu alın eve götürün, mezarlığa gelmesin daha yaşı küçük,” diyen kimdi hala bilmiyorum…
     Öyle işte.
     Bir gece tam uyumak üzereyken anneniz, ölen abinizin çerçeveli fotoğrafını salonda boya yapılacağı için getirip odanıza bırakıyor. Siz o çerceveyi elinize alıp uzun uzun düşüncelere dalıyorsunuz. Siz geçmişi düşünürken gözyaşlarınız size aldırmadan gözlerinizden akıyor ve siz buna engel olmak istemiyorsunuz.
     Öyle işte.
     Abiniz ölünce böyle hissediyorsunuz…

26 Ocak 2018 Cuma

Bulantılar - I

     Gittikçe babama benziyorum. Ya da doğduğumdan beri öyleydim büyüdükçe, olgunlaştıkça bunu farketmeye başladım. Bilmiyorum.

     Babam biraz gaddar bir adamdır. İnsanların fikirlerini pek önemsemez. Sürekli burnunun dikine gider, kendi bildiğini okur. Çoğu zaman -hatta her zaman- söylediklerinin karşısındaki insanı nasıl etkileyeceğini düşünmez. Kindardır. Bazen bizi sevdiğinden bile şüphe ederim. Erol Taş gibi bir adamdır diyeyim en iyisi. Gözünüzde onun kır saçlı, mavi gözlü, kısa boylu ve göbekli halini canlandırın. 

    Karakteriyle çok zıt bir biçimde yumuşak yüzlüdür babam. Özellikle saçlarının beyaz olması ona tonton dede izlenimi verir. Onu görseniz; "Bu mu lan o gaddar adam" dersiniz. Öyle mülayimdir. Amma velakin beyazın siyah olduğuna bir kez inansın, bir daha asla onun beyaz olduğuna inandıramazsınız. İkazlarınız bir işe yaramaz, zira; siz bir konuda ona nasıl davranmasını gerektiğini istediğiniz kadar anlatın, o taa en başından beri ne yapacağını ve ne söyleyeceğini belirlemiştir. Boşuna konuştuğunuzu her şey olup bittikten sonra anlarsınız... Onu suçlamıyorum. Amcalarımın hepsinin aynı olduğunu düşünürsek dikbaşlılık bizim genlerde var galiba.

     Babama benzediğimi ilk olarak birine kin duymaya başladığımda farkettim. Tutup birine zarar vermiyorum elbette ama bana yapılan bir kötülüğü ömrüm boyunca unutmuyorum. Sonra, zamanla bu en sevmediğim özelliğim evrildi, yeni ve kin duymak kadar kötü başka özelliklerim ortaya çıkmaya başladı. Sevdiklerimle tartışırken konuyu kestirip atmaya, kırmızı çizgiler çizmeye başladım. Bunu, insanları hayatımdan çıkarmakta zorlanmamak izledi. Sonra sevmediğim insanların acılarına insani olarak bile üzülmediğimi farketmeye başladım. İçimdeki iyi adam iyi durumda değil. Ve bu hiç hoşuma gitmiyor.

     Eğer bir konuda haklı olduğuma yürekten inanıyorsam karşımdaki kişinin kim olduğunu önemsemeden tepki gösteriyorum. Babam yaşındaki eniştemle sırf bu yüzden yıllardır konuşmuyorum. Kaç kez aynı ortamda bulunduk. Bir oda dolusu insan içerisinde herkesle tek tek selamlaşıp onu es geçtiğim bile oldu. Sevmiyorum, o da beni sevmesin. -Evet insanlar tarafından sevilmemek pek umursadığım bir şey değil- 

     Güzel haber şu; her ne kadar tepkimi esirgemesemde hâlâ otokontrolümü sağlayabiliyorum. Haklıyken haksız duruma düşmemek adına cümlelerimi seçerek kurabiliyorum. Kedili videolara hâlâ gülebiliyorum. İçimdeki iyi adam adına sevindirici gelişmeler bunlar.

1 Ocak 2018 Pazartesi

2017'nin Z Raporu

     Hazır 2017 ufuktan giderek kaybolup yerini 2018’e bırakırken, yılın bu son gününde, yeni yıla saatler kala, kendi adıma geride kalan tüm günlerin bir Z Raporunu çıkarmak gerekir diye düşündüm. Bu yazı, 2017’de neler yaptığımdan ziyade, ne kadar verimli geçirdiğimle ilgili olacak. Bu sayede 2018'in sonlarında aradan geçen 1 yılda ne kadar ilerleyebildiğimi kıyaslayabilirim ve yaptığım hataları tekrarlamayıp 2018’i her anlamda daha verimli yaşayabilirim diye düşünüyorum.

      Yılın ilk yarısında kariyer planlarım doğrultusunda yaklaşık 7 yıldır çalıştığım şirketten ayrılıp başka bir şirkete geçtim, ancak bu geçiş benim açımdan çok olumlu olmadı. Global bir lojistik firmasında uzman olarak çalışmak her ne kadar kulağa hoş gelse de, birim yöneticimin  üzerimde oluşturabileceği etkiyi hesaba katamadım. Mobbing’e varan davranışlar yüzünden, şirketi ve tüm çalışanlarını çok sevmeme rağmen oradan -yeni işimi ayarlayarak- ayrıldım. Şu an evime çok daha yakın bir şirkette, maaş konusunda eskiye göre daha iyi, daha huzurlu olarak çalışıyorum. İstanbul gibi bir cenderede 17:45’te işten çıkıp 18:05’te eve girmenin değerinin maddiyatla ölçülebileceğini hiç sanmıyorum. :)

     2017 eğitim hayatımda saçmaladığım yıl oldu. Büyük bir hevesle başladığım yüksek lisansımda derslere önemsemeyip üstünde durmadım. Ve bunun kaçınılmaz sonucu olarak; önce derslerden kaldım, sonra kaydımı yenilemedim, en son kaydım silindi. 2018’de her şeye sıfırdan başlamak zorundayım. Sanırım hayatımdaki en büyük aptallıklarımdan birisi bu oldu.

     Bu yıl her ne kadar kitap okuma konusunda çok istekli olsam da, bu isteği faaliyete dönüştürme konusunda zayıf kaldığımı söylemeliyim. Elimdeki kitapları okumaya hevesle başlayıp sonrasında üstünde durmadığımı fark ettim. Kısa sürede bitirebilecekken bir kitabı bitirmem 1 ayımı alıyor. Yeni yılda üzerinde özellikle çalışmam gereken hastalığım bu: tembellik.

     Bu sene, hayatıma yeni giren insanlar ve çıkan eski dostlarla dolu. Bu iyi bir şey mi bilmiyorum. Ama şimdilik eski dostlarımın eksiklikleri hissetmiyorum. Bu konuda biraz gaddarım sanırım.

    Toparlayacak Olursam; 2018'de ki Hedeflerim:

* Kitaplığımdaki tüm kitaplar dahil olmak üzere en az 40 kitap okumak.
* Yarıda bıraktığım yüksek lisans'a yeniden başlamak
* İngilizce 'de en az iki kur daha ilerlemek
* Sıfır olan SQL bilgimi ileri düzey diyebilecek kadar iyi bir şekilde öğrenmek.
* En az 5 şehri gezmek.
* İtalya'ya seyahat etmek. Sonrasında Ekimde Almanya'ya gidip Oktoberfest'e katılmak.
* Tamamı yağdan 10 kg vermek ( 5'de yeter aslında ama hedef 10 kg )

* Ve aşk... Şayet huzuruma huzur katıp yukarıdakileri birlikte yapabileceksek buyursun gelsin, yok benim bunları yapmama engel olacaksa hiç karşıma çıkmasın.